Turban nedir? Ozgurluk nedir?


  1. Tanrı yoktur.
Evet, önce buradan başlamamız gerekiyor malesef. Bazı şeyler, sizlerin kabul edip etmediğinizden bağımsız olarak doğrudur. Ben de mesela flippadabumdandigerzokapoli'nin varlığına inanabilirim, ama bu inancıma saygı duymanız için hiçbir sebep yoktur. Hele hele, bu inancımı başkalarına açıkladığım için sizin vergilerinizden toplanan bir maaş alıyorsam beni öldürmek isteseniz daha anlamlı. Hatta bu flippadabumdandigerzokapoli inancını yaymak için okullar, ibadet yerleri açmaya başlarsam insanlığa düşman olduğuma kanaat getirseniz haklısınız.
Üstüne üstlük, Tanrı hiç de sandığınız gibi hayatı daha anlamlı falan kılmaz. “Tanrı'nın anlamı kendindendir.” , “Tanrı fiziksel bir şey değildir, onu anlayamayız.” gibi deli saçmalarına inanıp sonra hayatımızın 'böyle olunca daha anlamlı' olduğunu söyleyebilmek için zırdeli olmak gerekiyor.
Dahası var. Diyelim ki ben şöyle bir şeyin varlığına inanıyorum: Magma tabakasının biraz altında yaşayan, insan etiyle beslenen, ışık hızının yarısı hızda hareket edebilen, sekiz kollu on bacaklı 250 ton ağırlığında bir yaratık. Üstelik bu inancım dolayısıyla da şizofrenik bir hayat yaşıyorum. Böyle bir şeye inanma özgürlüğü diye bir şey yoktur. Bunun ismi olsa olsa önyargı özgürlüğüdür ve tahmin edebileceğiniz gibi böyle bir özgürlük yoktur.

  1. Türban takmak özgürlük değildir.
Türban takma özgürlüğü yoktur. Her şeyden önce, metafizik inançlar özgür şeyler değildir. Türban özgürlüğü diyenlere “Tabii ama ya 301?” denmez, “Hadi lan, asıl 301!” denir.
Şimdi biri çıkıp gazeteye “Köle olmak istiyorum, beni satın alın.” diye ilan verse, o kişinin özgür iradesinden mi söz edeceğiz? Üstelik bu dünyada gayet de mümkün bu ilan: işsizlik, sigorta, emeklilik, çoluk çocuk derdi derken, en kolayı kölelik gibi. ('Halinden memnun köle' diye bir şey yoktur, yani teoride vardır da, o köleye 'özgür' demeyiz.) Köle olma özgürlüğü, 1000 yıl öncesinin etiğine tekabül eder. Türban özgürlüğü de en azından 300 yıl öncesinin özgürlük kavramına tekabül eder. O zamandan beri hiçbir laik devrim, hiçbir kadın hareketi olmamış gibi davranamayız.
2.1. Özgürlük karton kutu değildir.
Özgürlükleri üst üste koyarak özgür insan yaratamazsınız. Özgürlükler lego değildir: “Kırmızının üstüne beyazı koysam, şu beyazı mı bu beyazı mı koysam? Hah ne güzel oldu.” Üzgünüm, özgürlük marketlerde satılmaz, üstelik plastik de değildir. Özgürlük n sonsuza giderken n boyutlu bir kavramdır. Tüm o özendiğiniz Avrupa demokrasilerinde bile gamalı haçla okula girmek yasaktır. Gamalı haçla olsa olsa hapse girersiniz. Gerici ve toplum düşmanı bir ideolojinin sembolünü taşımanız toplumsal olarak reddedilir ve bu gayet demokratik bir durumdur.
2.2. Türban mahremdir.
Türban kadın vücudunun cinsel bir obje olarak algılanmasıdır. Kadın böyle bir şey isteme hakkına sahip falan değildir. Şimdi ben bir erkek olarak okula jartiyerle gelsem ve başkaca da bir şey giymesem, tek argumanım da “e abi İstanbul çok sıcak bıktım” olsa, feministlerimiz “Hmm, özgürlük tabii.” mi diyecekler? Fırsatcı solcularımızın neden bahsettiklerini anlama zamanı geldi geçiyor, bakalım yetişebilecekler mi?

  1. Türkiye'de türbana yönelik bir talep yoktur.
Halk türbanla üniversiteye girmek falan istememiştir. Bu tartışmalardan önce bunu politik olarak talep etmiş olan bir kadın hareketi gösterin lütfen. Aksine, geçtiğimiz bir sene içerisinde, kadınlar, hem de milyonlarca kadın alanlara çıkıp buna karşı durmuştur. Mitinglere önderlik edenlerin faşist eğilimleri bir yana, oraya çıkanlar kitlelerdir ve bir şey talep etmişlerdir. Geçtiğimiz 8 Mart'ta da bu tutumlarını sürdürmüşlerdir. Tutup da “Amaan onlar orta sınıf.” diye kestirip atmaya çalışan orta sınıf aydınlarımız mevcut elbet. Ama çok şükür toplumsal dinamikler bir avuç entelin düşündüklerinden bağımsızdır. Tüm o eylemlerden sonra bir avuç erkeğin koyun gibi peşine takıp getirdiği, sonra da önünde bildiri okuduğu kadınların da hiçbir politik talebi yoktur.
Ha derseniz ki onlar istiyordu da söylemiyordu, malesef politik zeminde böyle bir talep 'yok'tur. Elbette ben şimdi on milyon kişinin evine gidip anket yapabilirim, anketimin sonucunda da halkımızın gelir adaletsizliğine son verilmesini istediği ortaya çıkar. Ama hani, sırf bu yüzden sosyalizm gelmiyor iste.

  1. Dini inançlar toplumsal yapıdan bağımsız değildir.
Kapitalizm, Tanrı'nın iyi bir iş ortağı olduğunu keşfetti. Gidebilecek hiçbir yeri kalmayınca, eski ideolojilerle çalışmaya başladı. (bkz. Avrupa'da yükselen ırkçılık. ABD'de yükselen dindarlık -yahu Bush Irak savaşına başlarken Tanrı'nın kendisiyle konuşmuş olduğunu falan söylüyordu. Ya da geçen yazki Melih Gökçek'i hatırlayanlar el kaldırsın.) Kendi 'kişisel olduğunu iddia ettiğiniz' inancınız bu sistemin çıktısıdır. Hiçbir canlı durup dururken flippadabumdandigerzokapoli'ye inanmaz, hatta bunu sorgulamaz bile. “Tanrı var mı?” sorusunun varlıgı politik yapının ispatıdır. Ancak “Tanrı var mıdır?” sorusuyla “Masturbasyon yaparken kaç kez ovuyorsun cinsel organını?” sorusu hiyerarşik olarak eşitlendiği zaman, inanç özgürleşmiştir. Dikkat edin; ikinci soru mümkündür, merak edilebilir, üzerine düşünebilir, araştırma yapılabilir; ama hiçbir pratik anlamı olmadığı için kimse soruyu sormadı bugune kadar.
İyi din, kötu din yoktur. Din belirli koşullarda ortaya çıkan toplumsal bir yapıdır, ekonomi politik yasalara uyar.

  1. Tüm bu tartışma lükstür.
Dünya yanarken şeriat gelse ne yazar. Önümüzdeki yaz ve ondan sonraki yaz ve ondan sonraki yaz ve ondan sonra hem yaz hem kış mevsimlerinde kuraklık olacak; diyorum; kime diyorum? Laiklerimiz susuz nasıl arabalarını yıkayacak, nasıl yazlıklarında denizden sonra duş alacak? Ne yani tuzlu tuzlu mu kalacaksınız, inanmıyorum.... Dindarlarımız bundan gayrı hep taşla mı abdest alacak? Haftanın yarısında cenabet mi gezecekler?
İklim değişirken gerici burjuvazimizle laik burjuvazimiz ahlak tartışmasına girişiverdiler. Tıpkı müebbet hapse mahkum olmak üzere olan bir sanığın bir anda yargıca “Ne, eroin kullanmayı bırakmadınız mı?” sorusunu yöneltmesi gibi.
Uyanın! Bazı sorular yanlıştır. Bazı sorulara cevap aramayız. Bir bina yanıyorsa, evin dekoruna dair iç mimarlıkla ilgili teorik bir tartışmaya girmezsiniz, bir kova su almaya koşarsınız.

Mantikla Dans - Dancing with Logic

Kim ki varlığını ve olduğu şekilde oluşunu kendine mal ediyorsa, ya ölüdür ya da cansız.

Whoever asserts that the reason of her existence and the way she is are due to her essence is either dead or lifeless.

Cunku - Because

Çünkü

Korkarsın, çünkü kimse dinlemez. Korkarsın, çünkü dinlemiş olanları tanımaya başlarsın, çünkü dinlemiş olanların duy(a?)mamış olduklarını fark edersin. Korkarsın, çünkü taleplerin, arzuların vardır.

Öte yandan yaşam vardır. Hayatta kalmaya çalışan yanın, birilerinin dinlediğini sanmaya eğilimlidir, çünkü kendini başka türlü taşıyamazsın. Gözlerini takip edersin insanların, kendi gözlerini kaçırarak. Ellerinin duruşlarını takip edersin. İzler ararsın, umuttan bağımsızdır bu. Bulacağını sanmasan da, varolmayı sürdürmek için aramayı sürdürmek zorundasındır.

Çünkü gece vardır. Çünkü sessizlik vardır.

Umuttan bağımsızdır bu. Kendini aldatmış olduğunu fark ettiğinde, yani kendini aldatamadığın bir anda, ne olduğunu kestiremediğin, ama biliyormusungeçengünbaşımanegeldi olmadığından emin olduğun bir şeyler ararsın. Bataklıktayken, tutunacak dal arayışı, dalın varlığından, -varsa-dayanıklılığından, kökünün nerede olduğundan bağımsızdır. Arayış tüm bu bilgileri öncelemek zorundadır çünkü.

Çünkü evrenin merkezinin sen olmadığını anlamanın kendisi bile, evrenin merkezinin sen olduğunu sanmanı sağlar. Bazı soruları cevaplamayız, çünkü cevaplarını biliyoruzdur. Bazı soruları cevaplamayız, çünkü aslında soruları bilmiyoruzdur.

Demek ki yazı vardır.



Because

You get scared, because nobody listens. You get scared, because you get to know the ones who have been listening, because you realise that the ones who listened didn't (couldn't?) hear. You get scared, because you have demands, desires.

On the other hand, life exists. Your survival side is inclined to suppose there are people listening, because otherwise you cannot take it. You follow people's eyes, avoiding eye contact. You follow the postures of their hands. You look for traces, this is independent of hope. Even though you don't believe you will find it, you must continue to search for it to continue existing.

Because night exists. Because silence exists.

This is independent of hope. When you realise you had been deceiving yourself, that is, in a moment when you couldn't deceive yourself, you look for something that you don't know what it is, but you are sure it is not a 'heyyouwannaknowwhathappenedlastnight'. In a swamp, the search for a branch to hold, is independent of the existence of the branch, -if exists- of its strength, of where its roots are. Because the search has to preceed all this information.

Because the realisation of the fact that you are not the center of the universe, itself, makes you to think that you are the center of the universe. We don't answer some questions, since we know the answers. We don't answer some questions, since in fact, we don't know the questions.

Therefore, writing exists.

16.3.8

Religion is false.

Proposition: Religion is false.

Proof:
By way of contradiction, assume religion is true.
Let R be the set of families of all religious people.
By our assumption, R is nonempty. So there is an element, say r, in R.
By definition, r is not integrable*. (1)
Now observe that r is differentiable**. (2)
Recall the theorem:
For any f, if f is differentiable, then f is integrable.
So (2) implies that f is integrable. (3)
But then (1) and (3) contradict each other.
Hence our assumption that religion is true must be false.
Therefore, religion is false.
QED

* i.e. cannot be integrated to the system
** i.e. one can diffferentiate a religious person from a nonreligious one.

Proof of Godel's Incompleteness Theorem

The following is a free translation (with some modifications too) of Cem Say's article Gödel'in Eksiklik Teoremi (i.e. Gödel's Incompleteness Theorem) in the popular mathematics magazine Matematik Dünyasi (i.e. The MathWorld) 2005-1, published every three months.

Actually, the proof we will consider is a proof of Turing's theorem which is essentially the same as Gödel's theorem. You will be convinced to it in the first reading. (If not, try the original proof. Then you'll get convinced as we can't understand a word of it. :) )


First, a program is a finite sequence of commands designed to do specific job. For example
1. Write ”Hello” to sheet A.
is a program.

To run a program is just to follow the commands. So, we can in fact run a program ourselves without using computers.

Now, some programs halt, some don't. The above example halts after accomplishing the first step. But how about this one:

1.Delete sheet A.
2.Delete sheet B.
3.Write ”Hello” to sheet A.
4.Copy everything on sheet A to sheet B.
5.Return to command 4.

Well, this program does not halt -if you don't believe me, try it. Those who took any course on programming know about infinite loops I suppose.

Our sequences begin with the empty sequence. Then, if we use English the second sequence is just “A”. Then comes “B”. and so on. After finishing the alphabet, we continue by “AA”. So, we get every possible sequence once. If you like, you might include numbers and strange symbols too. But it will not matter, because as in the proof of rationals being countable, we get every sequence once.

We are finally able to write Gödel's ...
Theorem: In any formal system where every proven statement is true and where halting and non-halting properties of programs can be proven, there is a true statement which cannot be proven.

What does that mean?
*By formal system, roughly consider any system where we can symbolize things without strange uses rhetorics.
*If I prove a statement, then it has to be true. No discussions, I hope.
*Also, you would like to be able to find out if a program will halt or not, right?
With these assumptions, I'll give you a statement which we can't prove.

Take a formal system S. To avoid confusion I will skip the detail that 'to prove' means 'to prove in the system S '. Off we go !
First consider the following:

2.Copy the text in sheet A to sheet B by taking it between quotation marks.
3.Before the text in sheet B, write ”1.Write” and the text in sheet A and ”to sheet B.” in this order.
4.Put quotation marks before and after the text in sheet B and add “program does not halt.” afterwards.
5.Delete sheet K.
6.If the text in K is a proof of the text in B, HALT.
7.Erase the sequence in K and write the next sequence in the ordering.
8.Return to command 6.

Call this program as Q.

Now, writing “Write Q to sheet B.” before Q, we get a new program, say P. Weird? Let's see what we have.

1. Write
2. Copy the text in sheet A to sheet B by taking it between quotation marks.
3. Before the text in sheet B, write ”1.Write” and the text in sheet A and ”to sheet B.” in this order.
4. Put quotation marks before and after the text in sheet B and add “program does not halt.” afterwards.
5. Delete sheet K.
6. If the text in K is a proof of the text in B, HALT.
7. Erase the sequence in K and write the next sequence in the ordering.
8. Return to command 6.
to sheet B.
2. Copy the text in sheet A to sheet B by taking it between quotation marks.
3. Before the text in sheet B, write ”1.Write” and the text in sheet A and ”to sheet B.” in this order.
4. Put quotation marks before and after the text in sheet B and add “program does not halt.” afterwards.
5. Delete sheet K.
6. If the text in K is a proof of the text in B, HALT.
7. Erase the sequence in K and write the next sequence in the ordering.
8. Return to command 6.

So, this is our program, called P.
Excuse me, what again? Oh okay, I promised you to give a statement which cannot be proven. There you go.

P program does not halt.


So, I suppose you want me to prove that this statement cannot be proven. Let's first run our program P to see what happens.



First command tells us to write the sequence Q to sheet B. Let's do it. Now here is what we have in sheet B:

2. Copy the text in sheet A to sheet B by taking it between quotation marks.
3. Before the text in sheet B, write “1.Write” and the text in sheet A and “to sheet B.” in this order.
4. Put quotation marks before and after the text in sheet B and add “program does not halt.” afterwards.
5. Delete sheet K.
6. If the text in K is a proof of the text in B, HALT.
7. Erase the sequence in K and write the next sequence in the ordering.
8. Return to command 6.
Now if we go to second command, the same would be written between quotation marks to sheet A.

If we apply third command, what we in B is the same as our program P.

So, the first three commands of our program is just to copy itself to sheet B. Thus, not only living beings, but also programs can breed as you see.

If we now apply the fourth command, the statement in B should look familiar. What we have in B is just:
P program does not halt.

Fifth step doesn't do much. It only makes sheet K clean so that we don't bother our selves if someone else made some scratch on it before.

As you might have realised, we get into a loop in the steps 6,7,8.

In those steps, we get every possible sequence written once and only once, on sheet K. So sheet K will eventually contain every candidate as a proof for the text in sheet B.

In short, this program P halts if only if the statement which says that it will not halt (Program P does not halt.) is provable. Let's see if our program halts or not:

If program P halts, then the statement “Program P does not halt.” is provable. So it will not halt; which then implies that the statement is true but cannot be proven.
The proof is finished.

Hic

Sadece “gücün” yetmediği zaman hissedersin bu duyguyu. Repliğini unutmuşsundur, rolün karmakarışık olmuştur. Ne yapacağını bilemezsin. Kötü ruh hali denir bu duruma, hâlbuki hiç alakası yoktur, yaptığın şey tamamen aynıdır, yine her zamanki gibi ilgi beklemektesindir. Rolünü unutup gerçekleri görünce, ilgiyi de gerçek olarak beklersin bir süre. Sonra sahte bir ilgiye bile sığınırsın. Asıl aradığın samimiyet değil ilgilenilmek ve sevilmektir çünkü. İşin aslı, samimiyete hiç alışmamışsındır. En içten konuşmalar olarak gördüğün her şey, sadece “daha iyi oynanmış” birer oyundur. Böylece kaybolup gitmişsindir rolünün içinde. “Sen”den geriye kalanlara bakarsın şimdi. “Hiç” kalmıştır senden geriye; kütlesiz, hacimsiz bir hiç. Ne içini doldurabilirsin, ne de başka bir şeyle kıyaslayabilirsin. Sıfırın içine bir şey koyamazsın, koyarsan sıfır olmaz o çünkü. Çevrenden de medet umamazsın artık, çevre diye bir şey kalmamıştır geriye. Seçeneklerin daralır, umudun tükenmez nedense. Bir gerçek bulabileceğini sanırsın, yanılırsın hâlbuki. Seninle uğraşamayacak kadar rolüne kaptırmıştır herkes kendini. Kaldı ki neden seninle ilgilensin ki insanlar, diye düşünürsün. Hiçbir şeyin farkında olmayan o insanlar, her şeyi fark etmiş olsalar dahi, seninle yine de ilgilenmeyeceklerdir, çünkü o zaman herkes dirençsiz kalacaktır. Güç tanımını iyi oyunculuktan alır. Yalnız kalanlarda oyunculuk kalmaz ki güçlerine güvenip sana destek olsunlar.

Her şeyi bitirmekle hiçbir şeye karışmamak arasında bir tercih yapman gerekir. Bari bu anladıklarımı başkalarına da anlatsam, diye düşünürsün. Kimse anlamaz maalesef. Anlatmak diye bir şey yoktur çünkü. Anlamak diye bir şey vardır sadece. Kimsenin bir diğerine anlatamayacağı, sözlerin tüm anlamını yitirdiği, hatta ince kelime oyunlarının, söz sanatlarının çaresiz kaldığı bir yerdesindir. Ne derdini anlatabilirsin, ne de kendini anlayabilirsin. Öylece kalakalmışsındır.

Aklına “o” gelir. Umudun kalmamıştır. Ona hiçbir şey katamamışsındır, o zaten senden bir şeyler edinmekle uğraşmamıştır hiç. Sadece sevilme ihtiyacını giderdiği bir “şey” olmuşsundur. Şimdiyse bir başkasıyla gidermektedir bu ihtiyacını. Pekiyi sen neden üzülüyorsun bu duruma? Her şeyi fark etmiş olmak yetmez demek ki… Bazen yine de rolüne devam etmek istersin kaldığın yerden. Oysa o senin yanında değilken bambaşka biridir. Sadece seninleyken, sadece sözde kalarak, umutlar verir sana kendisiyle ilgili. Sonra dönüp arkasını gittiğinde sen tüm yalnızlığınla seyredersin yaptıklarını ve kahrolursun. Çok iyi bir oyuncudur ve sen hiç o kadar yetenekli olamadın. Kafanı duvarlara vururken aslında neye kızmakta olduğunu bile fark edemezsin. Kızdığın, ona bir şey katamamış olmak mıdır, yoksa sadece “seni değil onu seçmiş olması” mıdır? Bu ve benzeri dertlerle düşünür durursun oturduğun yerde. Elinden hiçbir şey gelmez. Elinden bir şey gelmemesine ayrıca kızarsın. Çözüm yoktur bazen. Bazı sorular çözülemez çünkü.

Ve bitersin o anda. İçindeki “hiç”e aldırmadan “çok şey”miş gibi davranmaya devam edersin. Rolünü isteyerek kabul etmişsindir böylece, daha iyi bir çözüm olmadığı için. Ve kaldığın yerden devam edersin.

Anlamazlar bile neler olduğunu. Sense artık hepsinden daha iyi bir oyuncu olmuşsundur. Onlar sadece oyuncudur, sen hem oyuncusundur hem de bunun farkındasındır. Evet, kendini rolüne vermek daha zordur artık, yine de bunun görece bir tercih olması rahatlatır içini. Artık bakmaktan bile korkarsın içine, çünkü hiçbir şey yoktur orada. Geriye tüm içgüdülerin ve modern safsatalarınla “sen” kişisi kalır, “sen”den alakasız.

HİÇ!
11.6.'6

Aciklamak - To Explain

Açıklamak

Peki ama ya açıklayabilmek gerekmiyorsa? Açıklayabilmek? O hep gerekir. Ama ya “açıklama” dediğimiz şeyi yanlış anlamlandırıyorsak? Ancak ve sadece aklımızla sözüm ona rasyonelleştirilmiş açıklamalar yapmakla indirgemeci davranmış olmuyor muyuz? Demem o ki, tüm bu olan bitenler son kertede “erkek” şeyler değil mi? Erkeklerin dünyasının mantık ve bilim kavramlarıyla uydurulmuş yöntemlerin genel geçer olduğunu iddia etmek o kadar kolay olmasa gerek.
Tamam, anlıyorum, elimizde bundan iyisi yok şu anda. Hatta bundan başka da pek bir şey yok. Ama ya “Sana hak veriyorum ve doğru söylediğini anlıyorum; yine de bir şeyler eksik kalıyor” deyişinde de haklılık payı varsa? Bir şeyin doğru olup olmadığını şu şu yöntemlerle belirlenir, deyip kestirip atmak kolay; ama o “yöntem”lerin doğru yöntemler olduğunu ispata çalışırken hangi yöntemi kullanacağız?
Erkekler bilim yapmak için mi daha uygun; yoksa tersten mi düşünmeli soruyu: Bilim, erkekler tarafından üretilmiş olup, inşası itibariyle erkeklere daha uygun mu demeli? Yani, erkeklerin bilim yapmaya uygunluğu tanım gereği olabilir mi?
Hem Almanca hem Fransızca’da bilim feminin ön ek alıyor, erkekler durumu çoktan fark edip kafa karıştırmaya çalışıyor olabilirler mi?
Soru sormak işin basit kısmı. Cevap? Yok. Şimdilik? Belki hiç. O niye o? Bu soruları soran bir erkek olunca cevap konusunda tereddüt etmek mecburi. Düşünmek bedava. Üstelik onlarca soru sorduğu dertten muzdarip bile değilse, hobi olarak bile merak edebilir insan. Oysa gerçek dünya, kağıt üzerinde değil her zaman.
Kimseye haber vermeden sessizce uzaklaşmalı insan.



To explain

What if one does not have to explain? Explain? That we always must. But what if “explanation” –as we call it– has a misinterpreted meaning? Don’t we act reductionist when we do –so to say– rational explanations only with our minds? What I mean is, aren’t all these things ultimately “male”? It can’t be that easy to assert that the methods made up by logic and science concepts of the world of men are de facto true.
Okay, I see, we don’t have anything better than that. Also, we don’t have much other than that. But still, what if you are right when you say “I acknowledge you are right ve I understand that what you say is true; but still there is something missing.” ? It’s easy to settle once and for all that truth is determined with this and that methods; but which methods should we use to prove that those methods are the true methods to use?
Are men more suitable for science; or should we think reversely: Is it more correct to say “Science, being created by men, is by construction more suitable to men.” In other words, can it be possible that men’s suitableness for science is by definition?
Both in German and in French, science has a feminin prefix, is it that men already realized the situation and are trying to confuse others?
Asking questions is the easy part of it. Answers? None. For now? Maybe never. And why is that? It’s compulsive to hesitate about answers when the person who is asking questions is a man. Thinking is free of charge. Besides, if one is not the person who is suffering from the troubles s/he is asking lots of questions about, curiosity can be a hobby. However real world is not on a piece of paper all the time.
One should move away without notifying anyone.

Sohbet

Sohbet

Masalar, sandalyeler, sohbet eden insanlar. Kafeteryayı andıran bir yer. Bir büyük masa. Masanın etrafında yaklaşık sekiz sandalye. Yuvarlak bir masa, yuvarlak sandalyeler, en yakın küçük tam sayıya yuvarlanmış hayatlar. Naberneleryapıyorsun'lar ve hiçişteyuvarlanıpgidiyoruz'lar.
Büyük yuvarlak masada iki kişi. Cinsiyetsiz olmaları tercih sebebi. Yine de hikayenin tercihi, bir erkek ve bir kadın olacak nedense. Bir ağaç, ağaç durgun, ağaç bekliyor. Ağaçlar dinler sadece. Sadece denizler konuşabilir, ve sadece ağaçlar dinleyebilir.


Adamın biri: Bilmiyorum, bilemiyorum, bilme yeteneğimi devren kiralamak istiyorum.

Adamın ikincisi: Ya yok öyle demek istemedim. Zaten ben hiçbir zaman demek istemem ki. Demek istemek nasıl bir şeydir, neden bir şey demek ister insan? Sadece sarılıp öpüvermek varken..

Kadının biri: Yaşamlarımızı kesiştirip kesişim noktalarından teğet çizsek ve o teğette yaşasak. Kendimize ıraksasak, birbirimize yakınsasak. Böyle şeyler istiyorum sanırım.

Adamın ikincisi: Ama hayatlarımızın kesişeceğini nereden biliyoruz. Ya biz aldanıyorsak, aldatıyorsak kendilerimizi? Formüller yazıp ortak çözüm kümeleri yaratamıyorum ben ilişkilerimde.

Kadının biri: Ama kesiştiklerini varsaysak. Ve birbirimize ait olmadığımız, olmayana ergiyle ispatlansa.

Kadının üçüncüsü: Ya da kesiştikleri bir hayat kurgulasak.

Adamın biri: Kurgu hayatları bilir yazarı, yönetebilir onları. Sevdim bu fikri.

Adamın üçüncüsü: Ama ya kurgulayamazsa, ya kurgular yönetirse kurgulayanı. Hayallerini kontrol edebileceğin nereden çıktı?

Adamın ikincisi: Kurgu bir tıkılmışlık sorunudur. Tıkılmış kişiler sığınırlar kurguya. Çünkü onlar tıkılmışlıklarını fark edenlerdir. Çünkü fark etmek, farkında olmak bir tıkılma eylemidir. Hareket edemediğin, nefes aldığında göğsünün genişleyebileceği bir yerin olmadığını hissettiğin, kısa ve eksik nefesler aldığın, azar azar yemek yediğin andır tıkılma eylemi.

Adamın biri: Demek ki alt-hayat projesinde bulmalıyız cevapları.

Kadının ikincisi: Alt-hayat ne demek?

Adamın dördüncüsü: Biliyorsun, aydınız biz, akıllıyız, bilgiliyiz. O yüzden Latince düşünemiyorsak İngilizce düşünürüz. İşte bunlar da sublife teorisi attılar ortaya aslında. Zaten çeviri hayatlar yaşadığımız malum.

Kadının biri: Alt-hayatlar neden farklı gerçek hayatlardan?

Adamın biri: Alt-hayat, gerçek hayatla aynı çizgidedir. Aynı satırdadır. Ama daha az yer kaplar. En önemli farkı, gerçek dünyanın kurallarına bağlı olmamasıdır. İki ana kuralını reddeder gerçek hayatın ve gerçek insanların. Bunlar tutarlılık ve sürerliktir.

Adamın ikincisi: Yani mesela aynı anda, tek bir anda, hem seninle sevişebilir hem de uyuyabilirim. Ya da bir gün seninle ayrılabilir, ama yarın aynı saatte buluşabilirim. Önce hamile kalabilirsin, sonra sevişebiliriz. Önce yüzüm kızarır, sonra tokat atarsın bana. Eş zamanlı olarak nefret ederim senden, ve aşık olurum sana. Çeşitli aralıklarla yeniden tanışırız.

Adamın biri: Alt-hayatlar gerçek hayatlara entegre yapılardır.

Kadının üçüncüsü: Peki faydası?

Adamın dördüncüsü: Faydası korkaklıktan gelir. Üç basamaklıdır bilirsin insan davranışı. Eyleme, sorumluluk, suç. Her davranışının sorumluluğunu alır farkında olan kişi. Ve olumsuz sonuç suçtur, dolayısıyla cezadır onun için. Oysa alt-hayatta yapılanlar suç teşkil etmezler. Yanlış bir söz söyleyemezsin orada. Söylesen bile, hiç söylenmemiş gibi devam edilebilir sen istersen. Böylece, davranışların sonuçlarının sorumluluğunu alırsın, ama suçunu almazsın üstüne.

Kadının dördüncüsü: Ne gereksiz işlerle uğraşmışsın. Alt-hayatlar falan anlatınca iyi de, kim ödeyecek bizim çayların parasını?

Adamın ikincisi: Çay parası bir gerçek hayat sorunudur. Gerçek hayatla ilgili gerçek insanların koyduğu kurallar vardır. Bunlar, hepimizden gizlenen bir ansiklopedide derlenmiştir. Neyin nasıl söylenmesi gerektiği, bakkaldan ekmek alırken takınılması gereken yüz ifadeleri, birini öpmek için onunla paylaşmış olman gereken duyguların kümülatif ortalaması, selamlaşmanın temel esasları, üzüldüğün zaman yüzünde belirmesi gereken mimikler, yalan söyleyip fark ettirmeme yöntemleri, hislerini belli etme stratejileri, hesap isterken kaldırılan elin konumlandırılması, şarap açarken mantarı içine düşürmemenin sırrı, hangi kazakla hangi pantolonun giyileceği, taksiye yol tarifinin nasıl yapılacağı, hangi lokantada kaç para bahşiş bırakılması gerektiği, hangi duyguların hangi kelimelerle anlatılacağı, hangi kelimelerin hangi anlamlara geldiği, ve daha bir sürü şey alfabetik sırada yazar o ansiklopedide. Gerçek kişiler bunların hepsini bildiklerinden, bunlarla ilgili davranışlarında kitaplara ihtiyaç duymazlar. Ama bizlerin hayatlarını
sürdürebilmeleri, bu ve benzeri kitaplara bağlıdır.

Kadının üçüncüsü: Ve ölümle biten hayat kadar saçma bir şey olamaz.

Adamın biri: Benim biraz kafam çalışsaydı sana aşık olurdum.

Kadının biri: Benim biraz kafam çalışsaydı seni reddederdim.

Adamın biri: Ne yapmalıyız?

Kadının biri: Sanırım evime gidip birer kadeh içki içmeli, sonrada sevişmeliyiz.


Koltuk, sehpa, duvarda ünlü ressamların ünlü resimlerinin ünsüz ressamlarca yapılmış ünsüz kopyaları, kitaplıklar, kitaplar. Koltukta iki kişi. Cinsiyetsiz olmaları tercih sebebi. Yine de hikayenin tercihi, bir kadın ve bir erkek olacak nedense.


Adamın biri: Zamanı geldi mi, elimi omzuna atmalı mıyım?

Kadının biri: Emin değilim, sanırım biraz daha beklememiz gerekiyor.

Adamın biri: Bana haber verir misin?

Kadının biri: Tamam.

Adamın ikincisi: Kafam karışık.

Kadının üçüncüsü: Benim de. Oysa her şey ne kolay. Seni özlüyorum, arzuluyorum, başka bir şeye ihtiyacım yokmuş gibi. Ama hep kendimi kandırıyor gibi hissediyorum. Neden sen? Neden şimdi? Neden bu şekilde?

Kadının dördüncüsü: Cevabı bilindiği için cevaplanmayan sorular var hayatta.

Adamın üçüncüsü: Önemli değil. İnsan herkese yenilirse kendini yenmeye çabalar.

Kadının ikincisi: Seni sevdiğimde bunu fark edebilmek istiyorum.

Adamın ikincisi: Beni sevdiğinde bunu fark etmemeyi umuyorum.

Kadının biri: Sanırım yaklaşıyoruz.

Kadının üçüncüsü: Ellerim terliyor. Bu anı sonra yaşasak olmaz mı?

Adamın üçüncüsü: Ellerinin terlemesini başka bir zamana ertelesek?

Kadının dördüncüsü: O da olur.


Erkek kadına yaklaşır. Öpüşmeye başlarlar. Yavaşça soyunurlar. Pachelbel'in Adagio'su çalmaktadır. Pachelbel'in Adagio'su bittiğinde yavaşça doğrulurlar. Pachelbel'in Adagio'su altı dakika kırkdokuz saniye süren bir şarkıdır.


Adamın biri: Dava'yı bitirdin mi?

Kadının biri: Dava, Kafka'nın bitiremeden öldüğü bir romanı.

Adamın biri: Dalga geçme.

Kadının biri: Bitirdim.

Adamın biri: Neler hissettin?

Kadının biri: Korktum.

Adamın biri: Bir dakika önceki gibi bir korku mu?

Kadının biri: Evet.

Adamın biri: Su getirmemi ister misin?

Kadının biri: İyi olur.

Adamın biri: Bir şeyleri hızlı mı yaşıyoruz?

Kadının ikincisi: Hızlı yaşam olmaz. Biten yaşam hızlandırılamaz.

Adamın ikincisi: Yine de acele ettiğimizi hissetmiyor musun?

Kadının ikincisi: Hissediyorum, ama anlamsızlığını gördükçe önemsemiyorum.

Kadının biri: Yavaş yaşasaydık ne değişirdi?

Adamın üçüncüsü: Belki de zaten yavaş yaşıyoruzdur. Sanki biz duruyoruz, durduğumuz nokta hareket ediyor.

Kadının dördüncüsü: Özdemir Asaf'a öykünmene gerek yok, sevişmemiz bitti artık.

Adamın üçüncüsü: Haklısın, özür dilerim.

Kadının biri: Bir şeyler doğal akışını sürdürüyor, müdahale etmemize gerek yok sanırım.

Adamın dördüncüsü: Hayatıma karşı pısırıklaşıyorum. Bir ısırık alınıp kenara köşeye atılan elmanın rengine benziyorum. Bunlar hep varoluşumun suçu.

Kadının ikincisi: Şimdi ne yapmalıyız?

Adamın ikincisi: Sanırım hazırlanıp işe gitmeliyiz.

Kadının ikincisi: Zaman o kadar ilerledi mi?

Adamın ikincisi: Gitmem gerek.

Kadının hepsi: Görüşmek üzere.

Adamın hepsi: Görüşürüz.


Sokak. Arabalar, insanlar, direkler, canlı renklerle süslenmiş levhaların altında cansız yüzler. Bir otobüste bir kişi. Cinsiyetsiz olması tercih sebebi. Yine de, tercih edilmemiş bir kişi olması, ona bir cinsiyet atayabileceğimizi gösteriyor. Otobüste bir kadın. Ve gerçek insanlar. Onlar, gerçek insanlardır. Diğerleri, yoktur. Herkes onlardır. Gerçek olmayanlar varlıklarını sürdüremezler.

Course Descriptions :)

Phil353 : Construction of Self-contradicting Systems (3)
FFF 456
Prerequisites: Rel101 (Introduction to Religious Beliefs) , Phil000 (Idealism)
The aim of this course is to develop the skill of creating thoughts and finding objective truths that are inconsistent with each other. There will be no midterms. Final exam will be a homework in which students are asked to create a new religion of their own.

Phil321 : Introduction to Berkeley (4)
TTThTh 1212
Prerequisites: Phil121 (Understanding Berkeley’s Writings) , Phil122 (Understanding the Existence of Berkeley’s Writings) , Phil221 (Introduction to Finding Reasons to Read Berkeley’s Writings) , Phil222 (Introduction to Finding Good Reasons to Read Berkeley’s Writings) , Psy141 (Elementary Empathy)
In this course, students will be asked to read at least 10 pages of any works of George Berkeley. It is advised that only students who have enough patience and tolerance register to this course.

Pols222 : Leninist Marxism (1)
F 8
The aim of this course is to show that there is no such thing called Leninist Marxism. The students are required to have skimming and scanning skills. There will be weekly quizzes, each of which is about finding contradicting points in given paragraphs of Marx and Lenin.

Gre101 : Introduction to Greek Language (2)
MM 12
All mathematics and physics student must take this course in their first year at the university. Greek alphabet will be taught in order to help students understand what those weird symbols are that they are using. Also, pronunciation and writing skills of the participants will be improved as they try to learn those freaky letters.

Geo105 : Geography for Science Students 1 (3)
MWW 356
Students who don’t know that there is a difference between Africa and Asia are encouraged to take this course. There will be two lab sessions weekly, developing skills of recognizing a map from a painting, finding countries in a map, and writing their own country’s name correctly.

Lit203 : Introduction to Poetry (4)
Instructor: NONE
TTThTh 3434
We have no idea what to teach in this course. There will be no midterm or final exam. Any sort of homework or quiz is forbidden. Students will be asked to read poets during class, sharing their favorite ones with other participants.

Nasil yasamali? Yasamali mi hatta?

Nasıl yaşamalı? Yaşamalı mı hatta?

Sabah. Uyandım. Uyumak yaşamın en güzel kısmı sanırım. Yaşadığını fark etmeyen insandan ferahı yoktur muhtemelen. Bu yüzden seviyorum uykuyu. Uyandım ama artık. Bir süre zaman doldurmak gerek tekrar uyuyabilmek için. Saat? Sıfır. İyi. Bankaya gidecektim, geç kalmamışımdır umarım. Yoksa dün müydü o? Her neyse.

Ne zaman başladı bu dönüşüm? Emin değilim. O öldüğünde başladı her şey. Ölüm. İnsanların her şeyi fark etmesi için en iyi fırsat. Yakınımızda bir ölüm. Ölümü anlayamayan insan yaşamı nasıl anlayabilir ki? Yokluk hakkında hiç fikri olmazken varlığını anlayabilir mi? Evet, evet. Onun ölümüyle başladı her şey. Hayatın anlamsızlığı vurdu yüzüme, sıcacık odadan fırtınalı sokağa çıkmak gibiydi, ya da değildi, benzetme yapmamalı. Yokoluşla bitecek bir şey bu şey. (Hayat kelimesini bile romantik çağrışımlarından dolayı sevmemeye başladım.) Peki ama, saçma bir hayatta nasıl yaşamalı? Yaşamalı mı, hatta? Evet, buna benzer bir şekilde başladı her şey.

Yüzümü yıkamalıyım nedense. Sonra da kahvaltı edeceğim. Bir gün daha başlıyor, nedense... Musluk. Su akıyor. Şimdi elimi suyun altına tutmalıyım, şimdi de sabunu almalıyım elime. Demek ki önce elimi suyun altından çekmeliyim. Yüzümü sabunluyorum. Bu da tamam. Sonra... Sonra yüzümü durulamalıyım. O da oldu işte. Şimdi doğru mutfağa. Sıra kahvaltıya geldi.

Yaşamaya karar vermedim hiçbir zaman. Ama ölmeye de karar veremedim. Yaşamam gerektiğine ikna olmamıştım, ama yaşıyordum bir şekilde. Ölmeye de ikna olamadım ve varolmayı sürdürdüm bu sebeple. Şöyle bir şey gelmişti aklıma bir zamanlar: İntihar etmemek için tek sebep üşengeçliktir. Yoksa böyle değil miydi? Her neyse. Ölmekle yaşamak arasında ciddiye alınacak bir fark görmüyorum sonuç olarak.

Gün geçtikçe daha iyi alışıyorum yaşamaya. Kahvaltımı hazırlayabildim başka şeyler düşünürken. Alışmak... Homo sapiens türü, halen dünyada var olmasını bu yeteneğine borçlu olmalı. Alışkanlık. Sorular sormak, dertler edinmek ve sonra alışmak bu dertlere. Unutmak değil bu. Hatırlamak ama umursamamak gibi bir şey. Artık ağlamıyorum mesela onu düşündüğümde. Ya da galiba hiç ağlamamıştım. Yine de ağladığımı varsaymıştım, aynı şey. Nasıl olsa etrafta kimse yoktu, gerçekten ağlamam lüzumsuzdu yani.

Ölüme karar vermediğim gibi, eski davranışlarımı değiştirmeye de ikna olamamıştım. Hayatım akışını sürdürdü, karışmadım. Doğru olduğunu düşündüğüm şeylerden pek vazgeçmedim galiba, vazgeçtiysem de farkında değilim. Yok yok, kendime haksızlık etmemeliyim (en azından bu konuda), birçok şey aynı kaldı. Hatta yeri geldi, eskisinden çok çalıştım. Çalışmamakla çalışmak arasında bir fark yoktu. Kolay olanı, çalışmayı seçtim. Geçen 8 Mart’ta en ön safta değildiysem de önlerdeydim. Bir tür dertlerden uzaklaşma çabası mıydı yoksa o? Hatırlamak gerek cevap vermek için. Çok zaman geçti üzerinden.

Çay, çok sıcakmış. Üzerime döküldü. Neyse ki henüz pijamalarımı çıkarmamışım, iz kalması sorun değil. İyice havaya girmişim. Düşünürken çay içebileceğimi zannetmişim. Bacağım acıyor. Sanırım soğuk suya tutmalıyım bacağımı. İşler karmaşıklaşıyor. Ya düşünmemeli ya da bacağımın kızarmasına göz yummalı. Banyo çok uzak. Hem bacağım geçer birkaç dakikaya. Nerede kalmıştım?

Katılmıştım eyleme, evet. Ondan sonra da katıldığım organizasyonlar oldu. Üstelik bir kısmının hazırlık aşamasında da yer aldım yanlış hatırlamıyorsam. Ama hayır, bir kafa dağıtma aracı değildi. Zaten dağılmamıştı da kafam hiç. Hep aklımdaydı ölüm. Sürekli hatırlatıyor kendini zaten. Her canlı şey ölümü çağrıştırıyor bana. Hatırlıyorum, bağıramamıştım, slogan atamamıştım hiç. Üşenmiş miydim, sıkılmış mıydım, öyle bir şeydi. Bir kez de gözaltına alındım galiba. İşte o zaman gerçekten canım çok sıkılmıştı. Sorulara cevap vermek, açıklama yapmak gerekiyordu. Kendimi övmeye başladım, konu değişmeli.

Peki onun ölümünden sonra başka ölüm olmadı mı hiç? Oldu. Babam öldü geçen hafta ya da geçen ay, emin değilim. Beni etkilemedi pek. Ölüme, ondan korkmam gerekmeyecek kadar yakındım. Şaşırtamadı bile beni. Daha birçok kötü olay oldu. Annem hastalandı, ben bir trafik kazası geçirdim. Üzüldüm. Evet üzüldüm, samimi olarak söylüyorum bunu. Sadece bir miktar üzüldüm ama. Sonra yine iç sıkıntısı kapladı içimi. İyi şeyler de oldu; annem iyileşti, kızım yüksek lisansa kabul edildi. Biraz biraz sevindim bunlara. Hatta sanırım kızım yeterince heyecanlanmadığım için darıldı bana. Hayat devam ediyor ve bir gün bitecek. Böcekleri ve solucanları görünce huzursuz oluyorum. Beni yemek için bekledikleri gibi bir fikre kapılıyorum sürekli. Sanki ölmemi bekliyorlar sabırsızlıkla. Ölümün ekolojik döngü dışında bir anlamı olduğunu düşünmek ne büyük kendini beğenmişlik.

Kahvaltımı bitirdim. Şimdi giyinip dışarı çıkmalıyım. Giyinme kısmında ustalaştım sayılır. Kısa zamanda halledebiliyorum bu işi. Yalnız ayakkabı giymek hala aklımı kurcalıyor biraz. Artık bağcıklı ayakkabı almamalıyım. Evet, hazırım. Sokak. İnsanlar. Hiçbirine çarpmadan yürüyebiliyorum artık, hem de bazen tanıdıklara selam bile veriyorum. Her neyse...

Hayatın anlamsızlığı ne değiştirdi bende? Görünürde pek bir değişiklik yok. Tek fark, annemin kelimeleriyle, ruhsuzlaşmış olmam. Bunun kötü bir şey olduğunu düşünüyor annem, benimse umrumda değil. Gerçek dünyada hayat devam ediyor ve rolümüzü tamamlayıp kulise çekileceğiz sonunda. Rolün hakkını verip vermemek bizim elimizde. Kendimi rolüme kaptıramıyorum pek, ama belki de benim rolüm budur zaten. Kaldı ki rolü benden başka kim belirleyebilir ki? Kendimi tutamayıp benzetmelere sığındım yine. Ölümün umursamazlığı karşısında çocuksu bir direnişle çırpınmaktansa savrulup gidesim var galiba.

Hesap cüzdanı! Masanın üzerinde unuttum. Geri dönüp almam gerekiyor onu. Neyse ki pek uzaklaşmamıştım evden. Yine ayakkabılarımı giymem gerekecek. Ya da, ben galiba dün gitmiştim bankaya. Evet, bugün cumartesi. Evde durmam lazımdı zaten, dışarı çıkmam gerekmiyordu. Çıkmışken yapmam gereken bazı işleri halledeyim en azından.

Bir yere vardı mı tüm bu düşünme uğraşım? Sanırım geçen seferkilerden farklı bir yere varmadı. Yine de bazı eklemeler yaptım galiba. Yaşamak çok saçma, ama bu kendisinden başka bir şey ifade etmeyen bir cümle. Hiçbir argüman, “yaşamak çok saçma, demek ki ...” diye başlayamaz. Ya da en azından, bütün bu argümanlar “yaşamak çok güzel, demek ki ...” diye de başlayabilir. Tek fark, heyecanın yerini sıkıntının almış olması. Bundan da pek emin değilim. Kelimelerle düşünmekten vazgeçmeliyim, beni kısıtladıklarını hissediyorum. Ama şimdi yoruldum, biraz gerçek hayatla uğraşmalı.

Basin Duyurusu

uyuru
Duyuru

İlgili ilgisizlere duyuru: Bu satırların sahibi, 13 Haziran 2006 tarihinde Zeus-u rahmetine kavuşmuştur. Görgü tanıklarının ifadesine göre şahıs, kendisi öldürmek suretiyle, büyük günah işleyerek, rahmete fesat karıştırmıştır. Doktorlar henüz beyin ölümünün gerçekleşmemiş olduğunu raporlamaktadırlar. Şahsın, geçmiş yaşantısı model alınarak hazırlanmış bir otomatik pilot sistemi sayesinde sosyal kimliğini koruyabildiği sanılmaktadır. Patates Dini Müftüsü Sevtap Bekle’nin yapmış olduğu “Patates’ten umut kesilmez.” açıklaması üzerine uzmanlar beyin ölümünü gerçekleştirmemeye karar vermişlerdir. Kan testleri ve idrar tahlilleri, merhumun acı çekmeye devam ettiğini ama gün geçtikçe ruhsuzlaştığını doğrulamaktadır. Hayat Destek Ünitesi’ne bağlanması lüzumsuz bulunan kendine-maktulün, hepten lüzumsuz bulunması ve hayata döndürmek için hiç çaba sarf edilmemesine rağmen beyin ölümünün gerçekleşmiyor olması Sağlık Bakanlığı’nca endişeyle karşılanmaktadır.

Temmuz’6

Her Neyse

Her Neyse

Cadde kalabalık. İnsanlar geçiyor her yandan. Yürüyen, koşan, konuşan insanlar. Neler konuşuyor olabilirler ki? Şu genç kız ne anlatıyor acaba arkadaşına hararetle? “... sonra ... ben de dedim ki ... çok tatlı ... pazar akşamı ...” Anlaşılan o ki yeni flörtünü anlatıyor. Heyecanlanmakta haklı mı? Sanırım.

Binalar. Her tarafta duvarlar. Dışarıda olmanın ne özelliği kaldı ki. Panolar. Reklam panoları, ilanlar. Rengarenk mağaza girişleri. Yürüyor muyum? Sol ayağım.. Bir... iki... üç... Yürüyor olamam, sol ayağımı üç saniyedir kaldırmadığıma göre. Demek ki duruyorum. Başka seçenek var mı? Sanırım yok. Her neyse..


Pencere. İçeride insanlar (ha bire insanlar). Bir masanın etrafında oturmuşlar. Neresi orası? Ah, bir dernek toplantısıymış. Politika konuşuyor olmalılar, gülümsemediklerine göre. Hiçbiri bir hayatları olduğunun farkında değil. Biliyorlar yaşadıklarını, ama farkında değiller yine de. Hele şu yürüyen adam: Ayakkabısının bağcığının çözülmüş olduğunun bile farkında değil. Tek başına hızlı hızlı yürüyen bir adam. Muhtemelen hiçbir şey düşünmüyordur. Ya da en iyi ihtimalle varmaya çalıştığı yerde konuşacaklarını planlıyordur. Her neyse..

Bir grup insan geliyor üzerime. Kenara çekilmeliyim. Sağa mı, sola mı? Yolun sağına daha yakınım galiba. Oraya yürümeliyim. Evet, bir adım, bir adım daha. Vardım neredeyse. 10-15 kişilik bir grup. Neden bağırıyorlar? Ellerinde afişler, pankartlar var. Neden bağırıyorlar? Sanırım bir şeylerden rahatsız olmuşlar, bir şeylerin değişmesini istiyorlar. Ama neden bağırıyorlar? Herkes onlara bakıyor, herkes onları duyuyor. Bunu sağlamak için bağırıyor olmaları çok muhtemel. Yavaş adımlarla yürüyorlar. Önümden geçtiler. Artık arkalarında kaldım. Yanlarından geçenler yorum yapıyorlar onlarla ilgili. Etik konuşmaları. Kimse farkında değil var olduğunun. Karşımda bir kadın bluzunun bir düğmesinin kopmuş olduğunu fark etti. Yoksa herkes farkında mı varlığının? Benden başka herkes alışık galiba var olmaya. Benim bağcıklarım bağlı mı? Evet, gevşek olmakla beraber şimdilik idare eder gibiler. Her neyse..

Bir adam çıktı yanımdaki mağazadan. Bana doğru geliyor. Kısa saçlı, mavi gömlekli, siyah pantolonlu bir adam. Konuşmaya başladı. Kime hitap ediyor? Arkamda duvar var. Sağ yanım? Kimse yok. Sol yanım? Orada da kimse yok. Sanırım benimle konuşuyor. Sakal bırakmış biraz çenesinde. Gözleri kahverengi, çok soluk bakıyor. Ne diyor? Harfler seçiyorum biraz. Gülümsüyor konuşurken. Neden gülümsüyor? Benden bir şey istiyor olmalı. Anlamlı kelimeler oluşturamıyorum duyduğum seslerden. Karşımda biri var. Onun kıyafeti, elleri var. Ayakkabısında çamur izi var. Demek ki bir yerlerde çamur var. Bana bir şeyler anlatmaya çalıştığına göre ben de var sayılırım. Var olmak çok komik geliyor bana. “Siz” dedi bana az önce. Kesinlikle bir şey istiyor. Seçmeye başlıyorum sözleri yavaş yavaş. Gülümsemesi gitti yüzünden. Birazdan yüzüne korku ya da nefret gelecek demektir bu. Tüh, tam da anlamaya başlıyordum. Arkasını döndü. Gidiyor. Paçaları da çamur olmuş. Canını sıkmış olmalıyım. Gülümsemedim, ondan olabilir. Her neyse..


Sadece sıradan insanlar sıradan olmak için çabalamazlar. Gürültü geliyor dört bir yanımdan. İnsanlar konuşuyor, insanlar bağırıyor, müzik çalıyor, ayak sesleri, otomobil sesleri, yazarkasa sesleri. Kalemle kağıda koyulan bir nokta, görünür genellikle. Nokta olmak ilginç olurdu. Virgül ya da ünlem işareti kadar göze batmamasına rağmen, çoğu zaman onlardan daha oturaklı ve dediği dedik bir işaret. Kalabalık. Sanki hep aynı insanlar geçiyor önümden. Onlar farkında mı acaba farklı insanlar olduklarının? Hatta daha önce, farklılar mı? Bir adam bana sesleniyor. Polis ya da güvenlik görevlisi olmalı, daha ilk sözlerini söylerken gülümseme faslını atladığına göre. Yanında deminki adam var. Henüz temizlememiş ayakkabısındaki çamuru. Tam düşündüğüm gibi, hatta daha ötesi, nefret ve korkuyla bakıyor bana. Bu sefer hayal kırıklığına uğratmamalıyım onları, dinlemeli ve anlamalıyım söylenenleri. Lazımsa cevap vermeliyim, üstelik tatmin etmeliyim cevabımla. Konuşmalıyım, derin nefes almak gerek. Hayır, önce dinlemeliyim, dinlerken gülümsemeliyim ve nefes almalıyım, böylece hemencecik cevap veririm. Peki ya soru sormuyorsa? Onu o zaman düşünürüm.

Ne duruyorsun burada hemşehrim?
Hiç. Birini bekliyorum.

25.9.’6

Ayrintilar Insani

yrıntılar İnsanı Ayrıntılar İnsanı
Odayı son kez gözden geçirdi. Yolcu etti gideni, kapıyı kapattı. Pencereye yöneldi. Köşeyi dönene kadar takip etti gözüyle, giden farkında bile olmadı bunun. Yukarıya bakıp son kez vedalaşma şansı olup olmadığını kontrol etmedi giden. Fark etti bunu –ama belli etmedi. Bunun önemsemekle ilgisi olup olmadığını merak etti, olmadığına karar verdi. O anda aklına geliverdi; mutfağa gidip tüpün kapalı olup olmadığına baktı, kapalıydı. (Kendisi hiç kullanmadığı için tüpü kapalı tutuyordu, gelen – yani, şimdiki durumda, giden – kahve için su ısıtmak istemişti. O da durumu anlatmış, tüpü açıp kendisinin yapabileceğini söylemişti. Böylece gelenleri ve gidecekleri evlerinde hissettirmeye çalışıyordu.) Akıl etmiş olmasına çok sevindi –ama belli etmedi. Kahvesini içtikten sonra tüpü kapatması gerektiğini hatırlamış olması çok memnun etti onu. Neredeyse telefon edip teşekkür edecekti, son anda vazgeçti. Ortalıkta duran bardakları mutfağa götürüp çalkaladı. Göz kararıyla iki bardak seçti kullanılmışlardan, biri su, diğeri şarap içmek için (Yalnız başına şarap içerken su bardağı kullanıyordu tembelliğinden, salondaki dolaptan gidip kadeh alıp getirmek ve sonra yıkanmışını geri oraya koyacak olmak gereksiz gelmişti.). Bu sayede iki bardak az yıkıyordu her seferinde. Hatta su bardağını hiç yıkamazdı. Böylece su, zaman ve emek tasarrufu yaptığını bir kez daha aklından geçirdi.
Öğleden sonraydı. Güneş henüz batıyordu. Bardak seçerken, akşama misafir geleceğini düşündü. (Bir arkadaşına yardımcı olacaktı derslerinde sadece ama bütün gelenlere misafir demek ve evcilik oynuyor gibi davranmak hoşuna gidiyordu –ama belli etmiyordu bunu pek.) Yemek için bir şeyler yapması gerektiğine karar verdi. (Evde mümkün olduğunca az yiyecek tutuyordu. Sadece bir ay kalacak olduğundan, ne yemek yapılacağını düşünmek, ona göre belki eve erken gelmek, bulaşık yıkamak gibi ev işlerini yapmamayı tercih etmişti. Gerçi yine de şimdi buzdolabında bir şeyler vardı.) Buzdolabını açtı. Şöyle bir göz gezdirdikten sonra salata yapmaya karar verdi ve malzemeleri çıkardı. Salatayı koyabileceği bir salata tabağı aradı. Üç tane buldu. (Hangisini alacağına karar vermeye çalıştı. Üst üste duruyordu üçü de. Alttaki ikisinin bulaşık makinesine koymak için fazla büyük olduklarını düşündü –öyle ya, yemek yenecekse bulaşık makinesini çalıştırmak gerekecekti. Bulaşık makinesini açtı ve düşüncesinin doğruluğunu kontrol etti. Gerçekten de onları koyunca tabaklar ve kâseler için yer kalmayacaktı.) Üstte duran tabağı aldı. Malzemeyi iyice yıkadıktan sonra, tabağın içinde kesmeye başladı. (Vitaminin büyük çoğunun tezgâhta kaldığını, bu yüzden en faydalı davranışın tabağın içinde kesmek olduğunu bir kez daha düşündü –ama belli etmedi.) Ekmeğin çok az kalmış olduğunu hatırladı. Salatayı hazır edip, yağ ve limonunu koymadan buzdolabına koydu üzerini kapatarak. (Böylece hem soğuk kalacağını hem de yumuşamayacağını düşündü.) Üzerine bir tişört giydi. Sandaletlerine ayaklarını geçirdi ve dışarı çıktı. (Kapıyı ne kadar kilitlemesi gerektiğini düşündü.) Üst kilidi üç kez çevirdi. (Yeterli buldu bunu.) İki basamak aşağıya attı ilk adımını, geri döndü, geride kalan ayağındaki sandaleti bağladı. Sonra o adımını iki basamak ileri attı ve diğer sandaleti bağladı. (Böylece dört adım kazanmış olduğunu düşündü. Başkası olsa, yukarıya doğru iki basamaklık bir adım atardı önce, sonra o ayağını çekip diğerini koyardı, en sonunda onu da çekip öyle inerdi aşağıya. Merdivenleri her gün en az bir kez inip çıktığına göre, yaklaşık olarak ne kadar kâr edeceğini hesaplamaya çalıştı, beceremese de çok olduğunu görüp sevindi –ama belli etmedi. Yol boyunca oyalandı bununla.) Döndüğünde yine dört basamak kala iki basamak birden yukarı attı adımını ve ayakkabısını çözdü, sonra diğer adımını attı iki ileriye ve onu da çözdü. Gülümsedi –belli etmeden. (Üst kilidi kilitlemiş olmasına sevindi. O kilit, diğerlerinden daha büyükçe bir anahtarla açılırdı. Böylece uzun uzun anahtar aramasına gerek kalmadan rahatlıkla buldu anahtarı eliyle. Hatta bakmadı bile anahtarlığa.) Kapıyı açıp içeri girdi. Hazırlıklarını tamamladı. Beklerken kitap okudu.
Kapı çalındı. Aşağıya doğru “Kim o?” diye seslenirken ve alt kapıyı açarken ve gelenin yukarı çıkmasını beklerken “kapının çalınması” hakkında soğuk espriler yaptı kendi kendine. Gelenin ayakkabısının bağcıklarını çözerken girdiği hallere gülümsedi –ama belli etmedi. Bir bardak su ikram etti. (Eğer gelen kendisi almaya kalksaydı mutlaka yeni bardak kullanacaktı, oysa o ikram ederken kullanılmışlardan bir tane seçip suyla çalkalamış ve o bardağı vermişti.) Gelen, havadan sudan konuştu. Sıkılmıştı; kitabını düşünmeye başladı. Arada bir kafasını sallıyor ve onayladığını, dinlemekte olduğunu belirten işaretler yapıyordu. Kitabını açıp kaldığı yerden devam etmek geldi içinden, ama gelenin anlamayacağını ve darılacağını düşünüp vazgeçti, aklından yazmaya başladı kitabın devamını onu dinler gözükürken. Sonra gelenin anlatacakları bitti. Ders çalıştılar. Bu sırada kendisine şarap koydu bir bardak. Gelen de istedi, ama ona vermedi. (Ders çalışması gerektiğini söyleyerek ikna etti onu. Ama aslında onu alkol alırken görmeye dayanamıyordu ve hatta sarhoş olmasından korkuyordu. Bunu gelenin düşünememiş olmasını düşüncesizliğine verdi. Daha önce konuşmuşlardı bu konuyu defalarca ama konuşmaları sadece kendisi dinler ve hatırlardı. Bu sırada, gelenin demin anlatmış olduğu bütün gereksiz olay ve dedikoduları, dinlememiş olmasına rağmen, hatırladığını fark etti. Kızdı gelenin düşüncesizliğine –ama belli etmedi.) Biraz beraber çalıştıktan sonra ona birkaç soruyu çözmesini söyledi, derin bir nefes aldı ve kitabını okumaya başladı yeniden. Daha sonra ara verdiler, yemek yediler. Daha çok konu vardı anlatılacak –hele sonsuz seriler yok mu…– ama gelen sürekli kaynatmaya çalışıyordu. (Aslında kendisini ilgilendiren bir mesele yoktu ortada. Gelen istemiyorsa çalışmazlardı, yine de sorumsuzluğuna kızdı –ama belli etmedi.) Sık sık yüzünü yıkamaya gidiyordu gelen.
Bulaşıkları topladı bu sırada. Tam düşündüğü gibi, güzelce yerleşmişti her şey makineye. Gülümsedi –ama belli etmedi. Bulaşık makinesinin kullanma kılavuzunu aldı ve nasıl çalıştırılacağına baktı. (Kullanım kılavuzu olan hiçbir şeyin nasıl kullanılacağını öğrenmemeye ant içmişti sanki. Çok gereksiz bilgiler olduğunu düşünüyordu; yazının, hele matbaanın icadından sonra hafıza diye bir şeyin demode olduğunu düşündü.) Hava çok sıcaktı, yüzünü yıkamaya gitti lavaboya. Gelen, sabunu sabunluğa bir avuç suyla beraber koymuştu. Bu yüzden sabun yumuşamıştı ve köpük köpük olmuştu. Sabunluktaki suyu döktü eline. Yine de belki de sıvı sabun muamelesi gösterebileceğini düşünmüştü. Başarısız bir deneme oldu bu. Yazık olmuştu sabuna. Kızdı –neredeyse belli edecekti, ama etmedi. Salona gitti. Birkaç saat daha ders çalıştılar. Sonra gelen gitti. Gidenin arkasından baktı yine pencereden ve yine fark etmedi giden. (Bütün gidenleri ve gelenleri bir tutuyordu kafasında. Gidenler gidendi, gelenler gelendi, gelenler gidendi, gidenler gelendi. Özneler önemli değildi. Gidenler dönüp arkasına bakmazdı. Gelenler gidecek olmasalar gelmezlerdi –ki bu yüzden hiç misafir olmazdı o; biliyordu, gerçekten isteyerek giderse geri gelmek istemeyecekti ve bu misafir tanımına uymuyordu.) Gülümsedi belli ederek. Koltuğa oturdu. Kitabını açacaktı, vazgeçti. Bugün düşünmüş olduklarını ve neden bu kadar düşünüyor olduğunu ve diğer insanların da bu kadar düşünüp düşünmediklerini düşündü. Sonra halini fark edip güldü –belli ederek ve belli ettiğini düşünerek. Gözlerini kapadı.
28.8.’6


Sonsöz: Ve bir solukta yazdım ‘ayrıntılar insanı’nı. Temize geçerken fark ettim, sanki övmüşüm ana karakteri. Oysa öyle bir amacım yoktu. Aksine, olabildiğince nötr, hatta biraz olumsuz bir karakter yaratmaya çalışmıştım. Onun yerine kibirli, şımarık birini yarattım. Kendimle de aynen bu gelmişti başıma.

Instructions of the Game

nstructions

Instructions

  • The main purpose of the game is to get as less pain as possible and as much joy as possible.

  • Starting the game

    • The game is to be played by two or more players.

    • Players take the characters given to them.

    • All the players begin the game in random order and at random time.

  • Result of the game: Duration of the game is random for each player. The one who thought least and questioned least during the game wins.

  • Rules of the game

    • Basic principle: Do not base any of your behaviour on your self. The person that you have to be least interested in and that you have to value most is you.

    • Facing bad properties & weaknesses

      • Distinguish your bad properties which you think can easily be revised and announce them. After doing so, fix them and announce it as well. Accept compliments and congatulations.

      • Ignore and forget the weaknesses left.

      • If you have any bad property which is too serious and obvious to forget, find objective reasons for it. (such as family background, bad social conditions when raised &c.) And then announce it and accept pities.

      • Respond to any sort of criticism like “You are so / You act so.” by saying “What, do you think I am so / I act so!”. It is a very good opportunity to beat the rival. And never care about the criticism done.

    • Defeating the rivals

      • Make them grieve and console them.

      • Behave modestly but don’t be so.

      • Let them pity you about the matters you don’t care about.

      • Do not care about your own feelings, the important things is how others feel about you. Don’t care, just spend all your energy to arouse people’s interest.

      • Work hard to make all your wishes come true.

      • In some tentative cases, say that you feel your self lost and weak. List your bad properties, analyze yourself. When they are gone, forget everything.

      • Try to show yourself “different”.

      • Help others. The one who is helping is strong. The one who helps gets stronger.

    • Advanced Strategies

      • Ally with the rivals you think are strong.

      • Make sacrifices. Don’t use your sacrifices directly as weapons. When it’s time, make them feel remorse.

      • Weep and shed tears, but don’t complain.


LEGAL WARNING: Do not criticize the game or its rules.


*This research is based on examinations and conversations done with one of the most important experts of the subject matter.

*The sources are kept secret due to concerns about future research.